ASLA PES ETME..
Uyandığında odası buz gibiydi ve çok üşümüştü, o kadar ki soğuktan her tarafının tutulduğunu hissediyordu. Üzerine yorgan niyetine örttüğü bir çok yeri yırtılmış ve defalarca yamanmış olan pikesi belli ki uzun süre önce düşmüştü yere. Yırtık çoraplarından çıkan ayaklarının parmaklarına baktı uzun süre, soğuktan parmaklarını hissetmiyordu artık. Aylardır kaldığı bu tek göz odanın bir süredir kirasını ödeyemediğinden havagazı da kesikti. Odanın sahibesi yaşlı kadın, ona bir kaç kez, ya iki aylık kira borcunu ödemesini ya da odayı boşaltmasını söylemişti. Aksi halde polis çağıracağını ve onu attıracağını söylüyordu.
Yataktan zorlukla doğruldu ve kalktı. Bir ayağı topal olan sehpanın üzerindeki sürahiden bardağına su doldurdu iki yudum aldı, zorlukla yutkundu.. bardağı geriye sehpanın üzerine koydu, daha fazla içemedi. Bir kaç gündür midesine su’dan farklı bir şey girmemişti.. Perdesi yarı açık olan pencereden dışarıya baktı, bir kaç gündür yağan yoğun kar her tarafı kaplamıştı. Kar O’na köyünü hatırlatmıştı. Ne çok kar yağardı kışları, sadece evden çıkabilmek için bile mücadele vermesi gerekirdi. Annesi kardeşleri geldi aklına. nasıllardı acaba ? uzun zamandır mektupta alamamıştı köyünden. Sonra da buraya geldiği ilk zamanları düşündü..
Çalışmaya geldiği bu koca şehirde tanıdığı kimsesi yoktu..
Ağrı'nın Çatmaoluk köyünden yaşlı anası, iki ablası ve küçük erkek kardeşini bırakıp gelmişti. Geleli beş ay olmuştu Ardıl'ın. Alışamamıştı henüz, hem ne garipti bu şehrin insanları ! Adını duyan herkes tuhaf bir şekilde yüzüne bakıyordu sanki ilk kez duyuyorlarmış gibi, nesi vardı ki adının ? gayet güzeldi ! Bir defasında ismini söylediği birisi Ardıç mı ? Diyerek dalga geçmişti onunla..
Büyük bir şehre ilk gelişiydi bu, yaşı 18 olmuştu ama köyünün dışında farklı bir yer görmemişti. Buraya da mecburiyetten gelmişti hani ! Köyünde geçim çok zor, kaynaklar da kısıtlıydı. Kurak toprak sebebiyle ektikleri mahsulden pek bir şey kazanamıyorlardı. Kazanmak bir tarafa elde ettikleri hasat karınlarını dahi doyurmuyordu artık. Sadece onlar değil tabii ki köydeki herkesin durumu aynıydı. Tek çare kalmıştı, bir erkek olarak büyük şehre gidecek ve ailesinin nafakasını kazanacaktı. O da bu amaçla gelmişti İstanbul'a...
Balat'ın arka sokaklarında iki katlı eski bir binanın alt katında bulduğu pek de lüks olmayan bu odayı tutmuştu. İki aylık da peşin ödemişti kirasını. Bakımsızlıktan griye dönmüş duvarların badanası yer yer dökülmüştü. Oda o kadar küçüktü ki bir somya küçük eski bir dolap ve bir sandalye ancak sığıyordu. Yatağının kenarında da küçük bir de sehpa vardı. Ev sahibesi yaşlı kadın ondan oda möblelidir ! diyerek kirayı da normalinden fazla istemişti. Onun için yeterliydi. Bir valizi, içinde de üç beş parça esvaptan başka bir eşyası yoktu zaten. Bir kaç ay idare ederim iyi bir iş bulursam daha büyük bir yer tutar anamları da yanıma getiririm diye düşündü kendi kendine..
Yanında getirdiği az miktardaki parası onu ancak bir ay idare etmişti. Tesadüfen camında ilan gördüğü bir esnaf lokantasında bulaşıkçılık işi bulmuştu. Lokanta sahibi deneyimli birini aradığını söyleyip başından savmak istese de, ona yalvar yakar durumunu anlatmış, işi yapabileceğine zar zor ikna edebilmişti adamı . Sadece bulaşıkları yıkamakla kalmıyor, lokantanın tüm temizlik ve ayak işlerini de ona yaptırıyorlardı. Günlük yevmiyesi fazla olmasa da idare edecekti, hem başka çaresi mi vardı? bir an önce para kazanıp köye anacığına göndermeliydi. Üstelik öğlen ve akşam yemeklerini de orada yiyecekti daha ne isterdi..
ilk önceleri Ardıl’ın haline acıyan lokanta sahibi Rahmi bey, kırdığı üç beş tabağa ses etmemişti. Rahmi bey, ellibeş altmış yaşlarında ,beyaz tenli orta boylu biriydi, boyuna göre biraz da kilolu sayılırdı. çok sakin iyi huylu bir mizaca sahipti. Eşraftan Rahmi beyi sevmeyen yok denecek kadar azdı. Fakat kızdığında gözü hiçbir şeyi görmezdi. Ardıl bir gün lokantada yıkayıp yerine koymak üzere taşıdığı tabakları elinden düşürüp tamamını kırınca, Rahmi bey, çok sinirlenmiş adeta deliye dönmüştü, onu çok fena azarlayıp lokantadan kovmuştu. O gün ki yevmiyesini de vermemişti üstelik..
- Rahmi bey; kırdığın tabaklara say diyordu ! tam çıkmak üzere olan Ardıl’ın arkasından bağırarak.!
Sonra ki bir kaç haftasını hatta ayını iş aramakla geçirmişti. Sabahın erken saatlerinde evden çıkıyor, akşamın geç saatlerine kadar iş bulabilmek umuduyla o sokak senin bu sokak benim arşınlıyordu. Çaldığı her kapıdan eli boş dönüyordu. Bazen deneyimi olmadığından geri çeviriyorlardı, bazen de bir diplomasının olmadığını bahane ediyorlardı. Biriktirdiği üç beş kuruşu da tükenmek üzereydi artık. Genellikle akşama kadar kuru bir simitle idare ediyor, her yere yürüyor parasını mümkün olduğunca az harcamaya çalışıyordu..
Aylardan kasımdı artık, havalar iyice soğumuş, yağmurlar da bastırmıştı. Artık eskisi kadar sık sık iş aramaya çıkamıyordu. Zaten eski olan pabuçlarının altı çoktan delinmiş, su çeker olmuştu. Hem üzerindeki incecik esvaplarla soğukta fazla dolaşması da mümkün değildi. Dışarıya çıkamadığında akşama kadar küçücük odasında kah tur atıyor ya da pencere kenarından karşı sokağı izleyerek geçiriyordu günlerini. Arada bir çıkıyordu odasından dışarıya, şanslı gününde ise iş olarak ya evlere üç beş eşya taşıyor ya da amelelik yapıyordu inşaatlarda günü birlik, böylelikle üç beş kuruş geçiyordu eline. İş bulamadığı zamanlarda kaldığı yerin iki sokak altındaki kahvehanenin bir köşesinde otururdu. Orada oturmasının nedeni sadece zaman geçirmek değildi elbette, bir nedeni de kahvehanenin kendi odasından daha sıcak olmasıydı.
Zaman su gibi akıp geçiyordu. Kış iyice bastırmış, kar her tarafı beyaz bir çarşaf misali kaplamıştı. Penceresinin önünde dalmış olduğu eski günlere ait hayallerinden, koridordan gelen gürültüyle uyandı. Birilerinin yüksek sesle konuşmakta bağrışmakta olduğunu duydu. Gelen seslerden birini tanıyordu ! bu ses ev sahibesi yaşlı kadına aitti. Belli ki yanındakilere bağırarak bir şeyler anlatıyordu. Kulakları iyi işitmediğinden bağırarak konuşurdu her zaman. Sesler odasının bulunduğu tarafa doğru iyice yaklaştı ve birden sesler kesildi . Odasının kapısına vuruluyordu. Yaşlı Kadın yine her zaman yaptığı gibi bağırarak;
- içeride olduğunu biliyorum kapıyı aç ! Diyordu.
Ardıl, açmasam belki kapıyı çalar çalar gider diye düşündü bir an, sonra bunun kötü bir fikir olduğuna karar verdi. Zaten açmayıp da ne yapacaktı ki ! ne kadar daha saklanabilirdi böyle. Ağır adımlarla kapıya yöneldi, kapıyı açtı. İki polis memuru ile yaşlı kadın tam karşısında duruyordu. Yaşlı kadın aniden onu kenara iterek odaya daldı, peşinden de polisler. Kadın ;
- Şikayetçiyim memur bey ! Kiramı ödemiyor diye bağırıyordu. Ya kiramı ödesin şimdi, ya da evimi hemen boşaltsın diyordu..
Ardıl, hem bağırmakta olan yaşlı kadına hem de polislere boş gözlerle bakıyordu. Aniden kulaklarında bir uğultu duymaya başlamıştı, başının da döndüğünü hissetti. Açlıktan ya da duyduğu korkudan mı bilinmez ! midesine kramplar giriyordu. Karşısında ki Polis memuru ona bir şeyler soruyordu ! Sesi duyuyor fakat söylenenleri anlamıyordu. Oda başının etrafın da adeta bir fırıldak gibi dönmeye başladı, gözleri karardı.. olduğu yere yığılıp kaldı. Ne kadar süre baygın kaldığını bilmiyordu. Gözlerini açtığında baş ucunda bir beyaz önlüklü bir doktorun ,ayakta da kendisini endişeli gözlerle izleyen ev sahibesi yaşlı kadının olduğunu fark etti. Yatağına yatırmışlardı. Yaşlı Kadın belli ki onun burada öleceğinden ve kendisinin başına bela olmasından korkuyordu.
Uyandığını gören doktor önce onun sırtını ve göğsünü dinledi, ağzını açmasını söyleyerek bademciklerine baktı, daha sonra elindeki küçük fenerle göz kapaklarını kaldırarak gözlerini inceledi. Ardıl'a ;
- parmağımı gözlerinle takip et dedi, işaret parmağını sağa sola oynatarak. Muayene bittikten sonra yaşlı kadına dönerek;
- Çok önemli bir şeyi yok sadece bakımsızlıktan bitap düşmüş. biraz da soğuk algınlığı, Şimdi yazacağım reçetedeki ilaçları alın kullansın. Bu arada gıdasına da dikkat etmek gerekiyor dedi. Reçeteyi yazarak yaşlı kadının eline tutuşturdu.
- İlaçları kullandıktan sonra mutlaka kontrole bekliyorum.
diyerek çantasını toplamaya başladı. Yaşlı kadına iyi günler dileyerek odadan çıktı. Ardıl göz ucuyla çabucak odayı kolaçan etti polisler gitmişti anlaşılan. Yaşlı kadın ile uzun süre baktıştılar, ikisi de tek kelime etmedi. Yaşlı Kadın bir elindeki reçeteye birde Ardıl'a bakıyordu. Ne ummuştu oysa ki ! iki saat önce odaya gelirken. Ardıl’ın ise başında ağrı, kafasının içinde cevaplaması gereken sorular vardı. Büyük bir çaresizlik içinde boş gözlerle yaşlı kadını seyrediyordu. Bir süre sonra kadın hiç bir şey söylemeden aniden odadan çıkıp ardından kapıyı kapattı.
Ardıl yatağında bir süre dışarıyı seyretti, kar tipiye dönmüş olanca hızıyla yağmaya devam ediyordu. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu ! Ne ilaçları, ne de kirayı ödeyecek parası vardı. Memleketine dönmek istese bile parasızlıktan dönemezdi. Kendisini çok bitkin bir o kadar da çaresiz hissediyordu.
Bir saat sonra Yaşlı kadın elinde bir tepsi ile odaya döndü. Tepsiyi sehpanın üzerine bıraktı. Tepside bir tas çorba, üç dilim ekmek, bir tabak pilav bir elmayla bir bardakta su vardı. Tepsinin kenarında da içinde ilaç olduğu belli olan küçük bir poşet vardı. Yaşlı kadın Ardıl’ın yataktan doğrulmasına yardım etti ve tepsiyi kucağına bıraktı.
- Hadi biran önce iç çorbanı soğumasın dedi. Sonrada bu yemeklerin hepsi bitecek ona göre bir an önce iyileşmen lazım diyordu.
Yaşlı kadın bir hafta boyunca ona yemek taşımış düzenli olarak ilaçlarını vermişti. Bu arada sohbet etme imkanları da olmuştu birkaç kez. Yaşlı kadın ona kocasını yıllar önce trafik kazasında kaybettiğini, iki kızının olduğunu, ikisini de evlendirdiğini, kızlarının farklı şehirlerde yaşadığını o nedenle kızlarını çok göremediğinden yakınıyordu. Geçimini bu evden aldığı kiralarla ve kocasından kalan küçük bir emekli maaşı sağladığını anlatmıştı. O da kadına anasını kardeşlerini yaşadığı köyü ve İstanbul’a neden geldiğini anlattı.
Bir süre sonra tamamen iyileşmişti artık. Yaşlı kadına tekrar iş bulup çalışarak ona olan borcunu mutlaka ödeyeceğini söylüyordu. Yaşlı kadınsa ona;
- Bak evladım, sen daha çok küçüksün, İstanbul koca şehir, buralarda bir başına yapamazsın, ziyan olursun köyüne anacığının yanına dön. diye tembih ediyordu. Bana olan borcunu da ileride para kazanınca ödersin diyordu.
Birkaç gün sonra Perşembe akşamüzeri Yaşlı kadın elinde Ağrı’ya alınmış bir kişilik biletle odasına geldi. Ona köyüne dönmesi gerektiğinin nedenlerini uzun uzun nasihat ederek tekrar anlattı. Biraz daha büyü yine gelirsin diyordu İstanbul bir yere kaçmıyor ya ! bileti sehpanın üzerine bıraktı.
Yaşlı kadın odadan çıkarken, geriye dönerek;
- Hazırlan bir taraftan trenin Cumartesi akşamüzeri hayırlısıyla, mahalleden Rıfat efendiye rica ettim, sağ olsun kırmadı beni, dolmuşuyla gara bırakacak seni dedi. Kapıyı çekip çıktı.
Ardıl Cumartesi öğlende valizini hazırlamış Yaşlı Kadınla da vedalaşmıştı. Kapıya gelen Rıfat efendinin dolmuşuna bindi. Sirkeci’ye kadar yol boyu düşünceli bir hali vardı ,sorular beynini adeta bir kurt gibi kemiriyordu. Köye dönünce anacığına ne diyecekti? kardeşlerinin yüzlerine nasıl bakacaktı ? bak başaramadı gördünüz mü ! bir iş tutamadı koca şehirde de köye geri döndü diyeceklerdi arkasından..
Dolmuş bir süre sonra sirkeci tren garında durdu. Ardıl, Rıfat Efendiye teşekkür edip helalleşti..Kar dışarıda lapa lapa yağmaya devam ediyordu. Elinde valizi istasyona giderek bir bankın üzerine oturdu. Trenin gelmesine yarım saat vardı. Aklını sürekli sorular meşgul ediyordu, ne yapması gerekiyordu? Doğru olanı köye mi dönmekti? yoksa kalıp mücadeleye devam mı edecekti? O bunları düşünürken tren de gelmişti işte , uzaktan gelen trenin düdük sesini duydu. Hızla yaklaşan tren istasyonda durdu.. istasyon mahşer yeri gibiydi. Hayatında daha önce bu kadar insanı bir arada hiç görmemişti. Trenden inenler olduğu gibi trene binmeye çalışan ve sağa sola koşuşturanlar vardı. yolculardan bazıları artık eşiyle dostuyla vedalaşıyordu , kimisi de yanlarında ki yükü trene yüklemekle meşguldü. bir süre sonra istasyon iyice boşalmıştı artık. Bekçi artık gidecek yolcular için son çağrılarını yapıyordu.
- Ağrı yolcusu kalmasııın… Tren iki dakikaya kalkıyor... tren yavaş yavaş hareket etmeye başlamıştı artık, son kez çaldı düdüğünü ve giderek gözden kayboldu.
Ardıl bir elinde ki bilete bakıyordu , birde giden trene.. Yerinden kalktı valizini eline aldı istasyondan çıkarak karlı İstanbul sokaklarında gözden kayboldu..
Hayata dair, güzel bir hikaye.
YanıtlaSil