O akşam,
dışarıda yağmurlu ve oldukça soğuk bir hava vardı. Yağmur şiddetini artırmış,
adeta bardaktan boşanırcasına yağıyor, esen şiddetli rüzgârsa yürümeyi hayli
zorlaştırıyordu. İşyerlerinden çıkan insanlar ıslanmamak için kimisi araçlarının
bulunduğu yöne doğru, kimi de bir saçağın altına sığınmak için koşuşturuyordu.
Sibel’de işyerinden acele ile çıkmıştı. Çalıştığı plazanın ön tarafına bakan caddenin
kenarında elindeki çantayı çok fazla ıslanmamak için başının üzerine tutarak
taksi bulmayı umut ediyor, bir taraftan da kendisine kızıyordu, servisi yine
kaçırmıştı. Uzunca bir süre bekledikten sonra nihayet kendisini bir taksinin
içine atabilmişti. Sıkışan trafikte uzun bir yolculuğun ardından nihayet
oturduğu apartmanın önüne gelebilmişti. Saatine baktı, saat yediye geliyordu,
doğum günü için davet ettiği misafirleri de gelmek üzereydi. Apartman kapısını
açtı, koridorun lambası yanmamıştı.
- “Hay aksi, elektriğin de kesilecek zamanıydı
şimdi! ...diye söylendi.
Pardösüsünün
cebinden çıkarttığı telefonunun ışığını açtı, loş ışıkta ağır ağır merdivenleri
çıktı, beşinci kata gelmişti, sağa döndü dar koridoru hızlı adımlarla geçti,
koridorun sonundaki dairesinin kapısındaydı. Çantasındaki anahtarını bulması
pek kolay olmamıştı. El yordamı ile kapıyı açmayı başardı. Elindeki çantayı
koridordaki girişteki portmantonun önüne bıraktı, üzerindeki pardösüyü çıkarıp
asarken bir ayağıyla daire kapısını kapanması için ittirdi. Doğruca mutfağa
yöneldi, gözleri kısa sürede evdeki karanlığa alışmıştı. Tezgâh üzerindeki
çakmağı aldı, çekmecelerin birinden bir mum bularak yakıtı ve tezgâhın
üzerindeki rafa dikti. Birkaç tane daha mum alarak salona yöneldi, salonun girişinde
sağ tarafta duran konsolun üzerindeki şamdanları da alıp yemek masasının
üzerine koydu. Mumları şamdanlara tutturup yaktı. Tekrar mutfağa geçti, önceki
akşam hazırladıkları yiyecekleri dolaptan çıkarıp, salondaki masaya taşımaya
başlamıştı bile, akşamdan gelecek misafire göre masanın düzenini oluşturmuştu, sadece
yiyecekleri yerleştirecek içkileri çıkaracak ve sonrada kendisi hazırlanacaktı.
Her şeyi masaya taşıyıp yerleştirdikten sonra son bir kez kontrol etti. Masanın
yanındaki sehpanın üzerinde duran telefonundan saati kontrol etti, misafirler
gelmek üzere diye düşündü. Acele etmeliydi, dolaptan içkileri çıkarıp masaya
taşıdı. Elektriklerin kesik olması canını sıkıyordu. Telefonunu aldı koridoru
geçerek yatak odasına yöneldi. Acele ile gardırobundan çıkarttığı birkaç parça
elbiseye baktı, içlerinden birisini seçip giyinmeye başladı. Bir an içeriden
bir ses duyduğunu zannetti, acele ile giyindi yatak odasından çıktı, koridoru
geçip salona yönelmişti ki daire kapısının aralık olduğunu fark etti.
Bir an “Acaba kapatmadım mı kapıyı!” diye
düşündü, kapıyı kapatıp salona yöneldi. Masa üzerindeki mumlardan yansıyan
titrek ışıkta etrafına tedirgin gözlerle bakındı.
- “Her halde yorgunluktan artık sesler duymaya
başladım” diye içinden geçirdi. Saati tekrar kontrol etti misafirleri gelmek
üzereydi, etrafa tekrar bakındı ve yatak odasına yöneldi.
Şiddetli
yağan yağmur durmuş, yerini puslu, rüzgârlı ve soğuk bir havaya bırakmıştı.
Sağlı sollu köhne binaların bulunduğu, bir zamanlar parke taşlarıyla döşenmiş
fakat birçok yerinde çukurlar oluşmuş bozuk, karanlık ve daracık izbe bir sokağın
köşesinden dönen taksi, dış cephesinin sıvaları yer yer dökülmüş beş katlı bir
apartmanın önüne yanaştı, apartmanın girişini yanmakta olan lambanın cılız ışığı
aydınlatmaktaydı. Taksiden inen beş kişi apartmanın giriş kapısına doğru
yöneldiler. Kapı önünde durup bir süre
zil üzerindeki isimleri inceledikten sonra “SİBEL RAFETOĞLU” yazan zile birkaç
kez basıp beklemeye başladılar. Birkaç
dakika geçmesine rağmen kapıyı açan olmamıştı.
Alp,
telefonunu cebinden çıkardı, telefonunun isim listesinden Sibel’i bulup
aramıştı, telefon çalıyordu… cevap veren yoktu. Telefonu kapatıp birkaç kez
daha aynı şeyi tekrarladı fakat sonuç yine değişmemişti.
Semih, her zamanki gibi yine dalgındı ve sokak ortasında durmuş
etrafındaki binaları izliyordu. Selma, “Acaba daha eve gelmedi mi?” diye belli
belirsiz bir sesle mırıldandı. Alp, ise,
“Telefonuna neden bakmıyor ki! bu akşam geleceğimizi biliyor?” diyordu.
Gökhan ellerindeki paketleri başıyla işaret
ederek, Alp’e;
-
“Müdürüm, böyle daha çok bekleyecek miyiz? Kapının
önünde” diye seslendi.
Yasemin, kısa
sayılamayacak bir boya, beyaz tene, küçücük bir yüze ve yüzünün iki tarafından
dökülen kıvrım kıvrım siyah saçlara sahipti. Vücudunun incecik ve narin yapısı
fazlaca üşümesine neden oluyordu, giydiği kabanın önünü sıkı sıkıya kapattığı
halde rüzgârda adeta yaprak gibi titriyordu,
-
“Alp Bey,
çok soğuk dondum burada” diye sitem etti.
Alp apartmanın
zillerindeki isimleri tekrar gözden geçirdi. Sibel’in dairesinin ziline birkaç
kez üst üste bastı. Sonuç değişmemişti, çaresiz hemen bir alttaki zile bastı, yine
kapıyı açan yoktu, kapının camına vurmaya başladı, bir taraftan cama vuruyor, bir
taraftan da bağırıyordu;
-
Lütfen kapıyı açabilir misiniz?
Nihayet bir süre sonra girişteki daireden
yaşlı bir amca kapı açmıştı. Yaşlı adam,
önce karanlıkta zor seçebildiği Alp’in yüzünü kısa bir süre süzdü sonra
arkadakilere göz gezdirdi.
Yaşlı adam;
- Kime
baktınız?
Alp;
-
Sibel Rafetoğlu’na gelmiştik, kendisi bize bu
adresini verdi, dedi yaşlı adama.
Yaşlı adam,
meraklı gözlerle;
-
Akrabası mısınız? Çok fazla gelen gideni olmaz
da onun…!
Yok dedi Alp;
-
İş yerinden arkadaşlarıyız.
Yaşlı adam
sanki biliyormuşçasına kafasını salladı. O esnada arka taraftan bir kadın sesi
duyuldu
-
Mehmet kim gelmiş?
-
Beşinci kattaki komşuya gelmişler.
Yaşlı adam, Alp’e
dönerek “elektrikler kesik el feneriniz var mı?” diye sordu. Alp “Telefonumda fener var bey amca” dedi. Yaşlı adam kapıyı araladı, arkasını dönüp
ağır adımlarla dairesinin yolunu tuttu. Alp telefonunun fenerini açtı apartman
boşluğuna tuttu, yerleri mozaik taşı kaplı küçük bir sahanlığa açılıyordu,
sahanlığın bitiminde eski yılların mimarisine uygun olan merdivenler kıvrıla
kıvrıla üst katlara çıkıyordu. Apartmanın dışı gibi içi de bakımsızdı, uzun
zamandır boyanmamış duvarların bakımsızlıktan boyaları yer yer dökülmüştü. Alp merdivenleri önden çıkıyor diğerleri de
onu takip ediyorlardı. Her katta üç daire bulunuyordu, her katta bir tanesi
merdivenlerin hemen başında solda diğeri sağa doğru uzanan dar koridorun
ortasına yakın sağ tarafında, bir diğeri de koridorun sonundaydı.
Devam edecek....
Yorumlar
Yorum Gönder